beyaz diş sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
beyaz diş sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

1 Kasım 2012 Perşembe

BEYAZ DİŞ, Jack London

BEYAZ DİŞ, Jack London
BEYAZ DİŞ
Jack London
Bu, yarı kurt yarı köpek için geçerli bir hikaye gibi görünse de; hikayedeki kahramanımız Beyaz Diş'in yerine bir insanı koymak, hikayenin anlamını değiştirmeyecektir. Kimbilir, izlediğimiz vahşi hayatta kalma mücadelesini anlatan senaryoların bir çoğu bu kitaptan esinlenilmiş olabilir. Aklıma ilk başta İLK KAN (Rambo'nun ilk filmi) geliyor; tamamen olmasa da kısmen Beyaz Diş ile örtüşen bir senaryosu vardı, bu filmin.

Kitabın sonunda bir köpek için göz yaşı dökebileceğimi hiç düşünmemiştim; bu benim için, nadir bir durumdur. Yazar, Jack London, gözleme dayalı ve daha çok doğanın hüküm sürdüğü yaşamlar hakkında kendini geliştirmiş görünmektedir. Yazarın, ADEM'den ÖNCE adlı eseri de yine vahşi doğada varolmaya çalışan ilkel insanı anlatmaktaydı.

Çocukluğumda -kaç yaşımda olduğumu hatırlamadığım bir dönemde- bu kitabı okumuştum; ancak itiraf edeyim ki hiç bir kelimesi aklımda kalmamış. Bu okumamda ise, ömrüm boyunca aklımdan çıkmayacağını garanti ederim. Hikaye eminim sizleri de etkileyecektir.

Annesi köpek -ki vahşi doğada tıpkı bir kurt kadar dirayetli; babası ise, tek gözü kör bir kurttur. Adının henüz konulmadığı dönemde annesinin ekseninde bir mağarada -ki doğduğu mağaradır bu- yaşar. Yazar, geçen bu ilk dönemleri oldukça güzel kaleme almış ve okurken hiç sıkıntı belirtisi göstermedim. Kitap su gibi akıp gitti desem yalan olmaz. Çilekeş Beyaz Diş'in ömrünü anlatan bu eserde, gerek hayvanların gerekse de bazı insanların -ki bunlara iki ayaklı hayvan diyebiliriz- ne kadar acımasız olduklarına şahit oluyoruz. Hikaye sadece bir köpeğin değil, aynı zamanda köpek ile muhatab olan insanların katılımıyla daha da derinleşip, edebileşiyor. 

Bu kitabı henüz okumadıysanız, mutlaka bir yolunu bulup kitabı, hiç beklemeden okuyun. Pişman olmayacaksınız.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.


8 Kasım 2012 Perşembe

VAHŞETİN ÇAĞRISI, Jack London

VAHŞETİN ÇAĞRISI, Jack London
VAHŞETİN ÇAĞRISI
Jack London
Jack London, doğa konusunda iyi bir gözlemci olduğunu, bu eserde de ortaya koymuş. Beyaz Diş ve Adem'den Önce eserlerini okuyanlar daha iyi anlayacaklardır.

Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş'e nazaran daha detaysız ve sönük kalan; bir köpeğin hikayesidir; Buck adında, babası St.Bernard annesi bir çoban köpeği olan bir köpektir, bu. Jack London, gerçek yaşamında da Altına Hücüm etkinliğine katılıp, tecrübe sahibi olmuş bir insandır. Hikayeye konu olan Altına Hücüm teması ve soğuk iliklerinize kadar size ulaşıyor. Yazar bunu çok iyi başarmış. Ortaya çıkan eserde, bir köpeğin rahat, sıcak ve mutlu yuvasından kopartılıp, doğanın en vahşi bölgesinde yaşam mücadelesi vermesi anlatılmaktadır.

24 Mayıs 2013 Cuma

MARTIN EDEN, Jack London

MARTIN EDEN, Jack London
MARTIN EDEN
Jack London
Ah Martin, seni ne zaman Martin Eden olduğun için sevdiler ki? Sen ki, güçlü ve erkeklerin elinden sevgililerini alacak kadar yakışıklı; kim seni karşısına almak isterdi ki? Biliyor olmalıydın hayatın anlamsızlığını ve insanların maddiata aşkını. Çünkü sen varoşlardan geldin. Sen ne yaptın? Kendi sınıfında çok daha mutlu olabilecekken, kendinden -en azından maddi olarak- çok daha üst bir sınıfta yer edinmek ve o sınıfa ait bir kızı sonsuza kadar elde edebilmek için bir mücadeleye girdin. Hayat sana, kavuştuğun bu mutluluğu tek başına yedirir mi hiç? Yanında büyük acılarıyla birlikte, ideallerine kavuştunda ne oldu? Çok çektin be Matin, çook! Peki ne oldu sonunda?..

Hikayenin sonundan bahsedip, sizi bu öyküden mahrum etmek istemiyorum, ancak hikayenin başından bahsederek, sizleri bu kitabı okumaya teşvik etmek istiyorum.

Martin Eden yirmi bir yaşında, serserice değil ama amaçsızca denizlerde geçirir gençliğinin ilk yıllarını. Ta ki, bir gün serseriler bir adama orantısız güç kullanarak saldırırlar ve bunu gören Martin de serserileri savuşturarak, aristokrat genci kurtarır. Kurtulan genç,bir minnet borcu olarak, Marti'i akşam yemeğine davet eder. Martin davet edildiği eve gider ama ilk defa böylesine muhteşem bir ev görmektedir. Tedirgin davranışlarla ve tam olarak kurulamayan cümlelerle yabaniliğini ve eksikliğini gösterir. Oysa Martin, hiç de boş biri değildir, sürekli olarak okuyan biridir. Ancak, sadece okumakta fakat okudukları üstünde hiç düşünmeyen biridir. Ruth, evin tek kızı,  Martin'i ilk karşılayan kişidir. Ruth, Martin'in fiziki gücünden oldukça etkilenir ve genç kızlığın verdiği dürtü ile garip duygular içerisine girer. Velhasıl, Martin'in Ruth'u elde edebilmesi ve Ruth'un da Martin'i kabul edilebilir biri haline gelmesi için, Martin'in gelişmesi gerekmektedir. İşte Ruth, Martin Eden'i tornadan geçirir gibi düzene sokmaya ve eğitmeye başlar. Ancak Martin'in boş biri olmadığını söylemiştim, ve Martin de boş durmaz, herşeyiyle kendini eğitime kitaplara verir. İnatçı ve zaman zaman kibilir kişiliğiyle kendini Ruth'a kabul ettirecek bir duruma gelir. Martin, gemilerde çalışarak Ruth'a iyi bir gelecek sunamayacağını bildiğinden -ki ona karşı içinde ciddi sevgi olmasına rağmen, aşkını dile getiremez. Ruth da onun gibi içinde saklar aşkını. Bu noktada, Martin yazmaya ve dolayısıyle yazdıklarını satarak büyük paralar kazanmayı planlar. Ancak kazın ayağı öyle değildir...

Jack London'un daha önce okuduğum, Ademden Önce, Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı adlı eserlerden çok farklı ve oldukça etkili bir eseridir, Martin Eden. Unulmayacak bir öyküdür, ve kesinlikle okunması gereken bir eserdir.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

20 Nisan 2012 Cuma

DURU AŞK 1/5

BAŞLAMADAN ÖNCE:

Bu benim ilk uzun metrajlı denemem olup; basit/düz bir kurgu yerine, iddaalı bir kurgu ile karşınıza çıkmak istedim. Hikayenin tam anlaşılması için, tüm bölümlerinin okunması gerektiğinin altını çiziyorum. 

Sadece kullandığım dili değil, hikayenin kurgusuyla ilgili yorumları da merak ediyorum. Ortalama bir kitap okuyucusu için, 45 dakikada okunacak bir hikayedir. Şunu da kabul edelim ki, PC ekranından bu tip şeyleri okumak yorucu oluyor.

Son olarak, bu, şimdiye kadar okumuş olduğum, yerli/yabancı tanınmış yazarlara ait tüm roman ve öykü okumalarının öğretisi ve kendi hayal gücüm katkısıyle ortaya çıkmış bir eserdir. Bu esere, tüm bölümlerini okuma şansı tanıyacağınızı umuyor ve okunduğunda da zihninizde bir BÜTÜNLÜK oluşacağına inanıyorum.

** Buradan okumak zor geliyorsa, PDF formatında okumak için tıklayınız.

- Bölüm 1: Evde -

Çalışan bir insan olmak, hafta içi geceleri uyuyamamak ve sabahları da uyanamamak anlamına geliyor. Saatin alarmı çalalı beş dakikadan fazla olmasına rağmen hala yataktayım. Bu keyif bana, bir sabah kahvesinden vazgeçmeme mal olacak. Sanki uyuyalı, on dakika olmuş gibi geliyor. Yetmiyor bu uyku bana. Az daha uyumalıyım. "Beş dakika daha, lütfen" derdim anneme, beni okula göndermek için uyandırdığında. O beş dakika sanki asırlarca yetecek kadar beni zinde tutar sanırdım. Yetmiyor, ne beş dakika ne de bir boyu uyumak. Asla yetmez, çünkü işe gitmem gerek biliyorum. Peki, ya pazar günlerine ne demeli? Çalışan insanın laneti değil midir pazar günleri? Saati kurmadığınız halde, erken saatte uyanırsınız, zorlasanız da uyuyamazsınız. Pazar? Ah, evet ya bugün pazar değil miydi? Aklım karıştı, beş dakika daha uyusam olmaz mı? Bugün pazar, doğru mu gerekten? Ne mutlu, hem pazar hem de uykum var. Avize sallanıyor. Rüzgar var odada. Bedenim ürperdi, uykusuzluk ağır basıyor. Yanı başımda, komidinin üstünde duran saati -alkolünde etkisiyle- ertesi gün uyanmak için kurmuş olmalıyım. Erken uyandığım için üzülmeli miyim, yoksa bugünü haftaiçi zannettiğimde, aslında bugünün pazar olduğu sürprizine sevinmeli miyim? Sevindim ve ayıldım!

DURU AŞK 4/5


- Bölüm 4: Hastanede -

"Doktor hanım, artık kalksanız diyorum.." diyen kardeşimin sesi ile gözlerimi açıyorum. Avize hala aynı yerde, sallanmıyor. Pencere de kapalı. "Pencereyi yine açık bırakmışsın, hava o kadar iyi değil abla. Böyle giderse, üşüteceksin." Bunu son zamanlarda hep yapıyordum. Altı gün önce, işbaşı yaptığım yeni hastanemde göreve başladığımdan buyana, içimde bir garip bulantı oluyor hep. Temiz hava girmeli odama. Saate bakıyorum, 07:15'i gösteriyor. Bugün pazar değil, bunu çok iyi biliyorum. Ve benim ne olursa olsun işe gitmem lazım. Ah, iyiki evim hastaneye yakın. Ancak, kahve keyfimden vazgeçeceğim aşikar. Ani bir hareketle bir çırpıda yataktan çıkıyor, bir yandan komik bir kaç el kol hareketiyle, diğer yandan da kardeşimi iterek tuvalete koşuyorum. Tuvaletteyim, "foşşş".. Ah, çok tanıdık geldi bu an. Bu bir dejavu sanki. Hatırlıyorum, ne yapıyor acaba? Dünkü olaydan sonra fazlasıyle bitkin düştüm. Olsun en azından onun yaşıyor olması sevindirici. Dün çok acemi gibiydim, hiç kimseye yardımcı olamadım. Hakkımda ne düşündüler acaba?

5 Ocak 2014 Pazar

Victor Hugo'nun gözüyle: Direniş

Victor Hugo'nun ünlü eseri Sefiller'in ikinci cildindeki (İletişim Yayınlarından toplam iki ciltlik bir eserdir. Sefiller Cilt II. syf.265) 5 Haziran 1832 başlıklı kısmını bir yandan okurken, bir yandan da ülkemizin bugünkü durumunu sık sık düşünmeye başladım. Yazılanların ülkemizle benzerliğini, yakın zamanda ve şu sıra yaşanan olayların bir izahını okur gibi oldum. Ülkemizde halkın hükümete karşı başlatığı (pasif) ayaklanmanın -ki bu ihtilale kadar gidebilir; gerekçeleri, gidişatı, medyanın ve diğer aydınların düşüncelerini gayet güzel anlatmakta olduğunu gördüm. Dolayısıyla bu bölümü (önemli kısımlarını) sizinle paylaşmak istedim. Araya kendi yorumlarımı da -farklı bir renkte- ekleyeceğim. Okuyup, paylaşmanız dileğimle...
Murat Dicle
Yeryüzünde yasalar, gelenekler aracılığıyla uygarlık içinde yapay cehennemler yaratan, ilahi yazgıyı uğursuz insanlar aracılığıyla karıştıran bir toplum lanetlemesi oldukça; çağımızın üç temel sorunu, erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşkünleşmesi, çocuğun cehalet yüzünden yeteneklerini geliştirememesi sorunları çözümlenmedikçe; bazı bölgelerde toplumun insanları boğması mümkün oldukça; başka bir deyişle ve daha geniş bir açıdan yeryüzünde cehalet, sefalet bulundukça bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır. (Upton Sinclair; Sefiller romanına istinaden yazdığı önsözden alınmıştır.)