31 Mart 2014 Pazartesi

KIRKI DEVİRMİŞ MİNİK KEDİ

Sor bak bi!
Göreceksin nasıl da kıvırdığını.
Hele bi git sor,
Çekinme,
Göreceksin dediğim gibi.

Aşka gelirim demişti;
O zaman ben de bekliyorum,
Demiştim...
Ama şimdi öyle demiyor;
İterim seni, diyor.
Gelirsen beni sevmeye,
Döverim seni, demeye getiriyor...

Sor bak bi!
Sen de göreceksin,
Benim neler çektiğimi...
Ah! bi ben bilirim,
Bi ben bilirim...

Küçük seni!..
Kırkı devirmiş minik kedi...
Küçücük aklınla,
Sallarsın anca memelerini,
Gelmez ama benim gibisi.
Kaparlar seni,
Limon gibi sıkarlar,
Memelerini.
İstemezdin oysa değil mi,
Seni böyle ellemelerini?!
Dedim ya,
Gelmez daha benim gibisi...

Hadi git sor şimdi bi!
Sen de sor,
Gör bak ben neler çekmişim,
Yaşa sen de...
Sen de göreceksin;
Kâr kalacak ancak
Ellediğin memeleri,
Seni def ederken
Kırkı devirmiş bu minik kedi,
Kahkahalarıyla üzerken seni...

31.3.2014
Murat Dicle

28 Mart 2014 Cuma

MEYHANE, Emile Zola

MEYHANE, Emile Zola
MEYHANE
Emile Zola
İçki her türlü kötülüğün başıdır, diyor yazar bu romanıyla adeta... Mutlu bir başlangıcın, içki ile nasıl acı bir şekilde son bulduğuna şahit oluyoruz.

Gervaise, Lantier ile çocuk denilecek bir yaşta birlikte olur ve köylerinden kaçıp, Paris'e yerleşirler. Paris'te kısa bir süre güzel bir yaşam süren -ki henüz resmi evli değillerdir- bu çift, bir müddet sonra paralarını tüketirler. Lantier yarım yamalak eve para getirecek işlerde çalışır. Asıl işi şapkacılıktır. Bu arada iki de çocukları vardır. Bir gün, Lantier evi terk eder. İki çocukla baş başa kalan Gervaise, yeni ve yabancı olduğu bir mücadeleye girer. Çamaşırcılık yapmaya başlar. Bu sırada Coupau ile tanışır. Coupau, Gervaise'i sever ve onunla evlenmek ister. Gervaise sürekli kaçar, çünkü artık evlilik defterini kapatmıştır. Erkeklere güvenmemektedir. Fakat Coupau peşini bırakmaz. Oldukça efendi tavırlar sergileyen bu aşık, sonunda Gervaise ile evlenmeyi başarır. Gerçekten her şey güzel başlar. Ta ki o olay oluncaya kadar...

Emile Zola'nın doğal bir dille anlattığı bu hikaye sizi içine çekecektir. Yazar oldukça etkili yazmış. Okumanızı dilerim.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

16 Mart 2014 Pazar

KiMYA HATUN, Saide Kuds

KiMYA HATUN, Saide Kuds
KiMYA HATUN
Saide Kuds
Yazarın kadın olmasından mı yoksa gerçekten bunlar yaşandığından mı bilinmez, bu kitaptaki erkeklerin neredeyse tümü "kötü"; özellikle Mevlana ve Şems... Soğuttu bu kitap beni, Mevlana'dan da Şems'den de!..

Kerra Hatun oldukça güzel bir kadındır. Kocası öldükten bir sonra kendisiyle evlenmek isteyen Mevlana'ya varır. Kitaba göre bu yaptığı en büyük hata olacaktır. Belki de Kerra Hatun'un kibrinin cezasını -ki kitapta kibriyle ilgili bir belirti yok, bu benim tahminim- bu şekilde vermiştir. Kerra Hatun'un kızı Kimya, genç kızlığına Mevlana'nın haremindeyken adım atar. Oldukça dikkat çekici güzelliği olan Kimya Hatun'a "küfürbaz, lanet ve afaki" bir adam talip olur: Tebrizli Şems...

Anlatımı güzel ve akıcı. Kimya Hatun'un evliliğinden ziyade, çocukluğundan evliliğine kadar olan kısıma daha çok yer verilmiş kitapta. Beğeneceğinizi umuyorum.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

Ne ol ne de olma

Ne iste ne de bekle
Ne de ne de dinle
Ne ol ne de olma
Ne bak ne de gör
Ne kal ne de dur
Ne var ne de yok
Ha sen ha da bok

Murat Dicle

12 Mart 2014 Çarşamba

Ekmek taş olur bazen...

Bir çocuk taş da atar, tükürür de, bu öldürenin mazereti olamaz; dedik ya çocuktur diye... Kafası yarıla yarıla büyütülen bir kısım neslin, bugün, dün veya gelecekte, hakkını aradığı için öldürülenlere, oh olsun, demelerini de yadırgamamak gerek. Onlar kin, nefret ve vicdansızlıkla büyütülmüşler. Şimdi sizler ne deseniz deyin, onlar için boş laftan öteye geçmeyecektir. Yarın seçim olsun yine aynı partiye oy verecekler, yarın aynı yanlışı yine yapacaklar, yine sadece bu dünyada kendilerinin yaşadığını ve insanların sadece kendileri için var olduğunu düşünecekler. Allah'a yakaracaklar, yetimin hakkını bir yandan yalayıp yutacaklar, öldürecekler, ölenlere, oh olsun, diyecekler. Değişmeyecek yani bunlar. Zor...

Peki ne yapmalı?
Biz tüm bunlara katlanmayı başarmalı, onların bir yandan doğal yollardan ölmesini beklerken, bir yandan da yeni, yepyeni bir nesil yetiştirmeliyiz. Bu yeni neslin yetiştilmesinin önüne geçenlerin önüne geçerek, dur, demesini bilmeliyiz. Savaş, bu bahsettiğimiz kişilere karşı değil, sisteme, bu tip düşüncelere sahip kişilerin üretimini sağlayanlara karşı olmalıdır; algı gücü yükek, hümanist ve akıllı bireylerin yetişmesinin önüne geçenlere karşı olmalıdır bu savaş.

Yitirilenler için ağıt yakmaktan başka yapılacak hiçbir şey yok belki şuanda; ancak hiçbir ağıt da yitirilenleri geri getirmeyecektir, biliyoruz değil mi bunu da?!

Hadi şimdi çocuklarımızı karşımıza alalım -kin, nefret gibi duyguları aşılamadan- aklın yoluyla geleceklerini, yaşayacakları bu ülkeyi nasıl tasarlayabilecekleri doğrultusunda nasihatlar verelim. Ancak öncesinde, bu nasihatlara sıkı sıkıya bizler sarılalım -ki çocuklarımız da inansınlar tüm anlatılanlara.

Tümün hayrına olması adına yapılan eylemlerde yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

Murat Dicle

9 Mart 2014 Pazar

Karamsar

Bastığım her adımda çıkan sesler kulağıma yiyecek bir şeyleri çağrıştırıyor. Epey vakit oldu bir şey yemedim. Her adımda bir, kağıt helvamdan bir ısırık alıyormuşum gibi geliyor bana. Olmayan kağıt helvamdan. Ah şimdi olsaydı yiye yiye ne güzel giderdi.
İnanılacak gibi değil, koca İstanbul'da E-5 kar nedeniyle kapandı ve hiç bir araç Çobançeşme'den öteye geçemiyor. Yürüyoruz; otobüslerden, minibüslerden ve hatta özel araçlardan inenlerle birlikte -tıpkı bir eyleme gidercesine- evlerimize, sevdiklerimize ya da belki bilinmeyen bir yere... Yani şimdi düşünüyorum da, bu karda, yollarda yürüyen insanların her birinin aklında kimbilir neler vardır. Şu ilerideki kadın... Kimbilir ne düşünüyor, başına önüne eğmiş öylece yürüyor. Üşüdüğü ve yağan karın yüzüne gelmemesi için mi öyle başı önünde, kapşonunu siper etmiş yüzüne? Peki ya, oğluyla yürüyen şu adam... Gerçekten oğlu mu acaba? Belki dayısı ya da amcasıdır. Kimbilir belki de çocuğu kaçırmıştır ailesinden. Çocuk küçük ya, ne bilsin kaçırıldığını; oynuyor bir yandan yerdeki karlardan kartopu yaparak ve adama atarak...
Akşamın sekiz otuzunda yollarda yürüyen, işten çıkıp bitab düşmüş olması gereken bu karzedelerin, oldukça yorgun görünmesi gerekirken, nereden gelir bu enerji? Nedendir bu oynaşmalar, cıvıldaşmalar?! Herkes, yani belli ki tanıdıklar aralarında kartopu oynuyorlar. Ne mutlular ama öyle... Yalnız yolculuk edenlerin kimi karda oynaşanlara bir müddet bakıyor ve yollarına devam ediyorlar, kimi de hiç görmemiş gibi öylece süzülüp gidiyorlar yanlarından, sanki bir belaya bulaşmamak için büyük adımlarla uzaklaşıyorlar. Gidene takıldığım yok da, şu karda oynaşan, gençlikten biraz geçkince olan insanlara taktım kafayı. Devam eden kar yağışı nedeniyle -okulların tatil olmasına sevinen çocuklar gibi- yarın işyerlerine gitmeyeceklerine, gidemeyeceklerine mi sevinirler de böylesine çoşarlar bu soğukta? Allah canınızı almasın emi! Ne mutlular öyle... Peki ben niye mutlu değilim?
Bir sigara olsa belki beni mutlu ederdi şimdi. Birinden istesem kesin ikram eder bir dal sigara, ama bunu yapacak kadar kendimi güçlü hissetmiyorum. Hadi ama dostum, alt tarafı bir sigara, ne gücünden bahsediyorsun, dilencilik yapmıyorsun ya, iste birinden n'olur sanki? Yapamam, yapamam! Benim için çok zor bir şey bu. Zaten sigaraya başlayalı bir sene bile olmadı. Hay allah neden başladım ki bu merete. Nasıl isterim, kimden isterim bir sigara? Yapamam, yapamam!.. Neler yaptın neler!.. Bir sigara istemekten mi çekiniyorsun şimdi? Evet çekiniyorum. Utanıyorum. Param olmadığını anlıyacaklar gibi geliyor bana. Yahu abartma sende! Nereden bilecekler parasız olduğunu? Sigaranın bittiğini, evde bir karton sigaran olduğunu söylersin, falan filan yani. Yalan mı yok sigarasız kalan insan için. Git iste birinden. Al bak şu ilerideki adam yeni bir sigara yaktı. Git ve rica et! Yapamam, yapamam... Adi herifin tekisin dostum sen. Neyini yapamayacakın, neyini? Al tarafı bir dal sigara işte. Sen değil misin yanında çalışan adamın bir maaşını ödeyemeyip bir de üstüne yarım maaş kadar adamdan borç alan? Ha buna ne diyeceksin?! "Yapamam, yapamam..." da neymiş öyle. Bal gibi yapabilirsin. Git birinden bir sigara iste! İstemiyorum, vazgeçtim. İçmeyeceğim!..
Hem küçücük şeyler için onurlu davranışlar sergiliyorum, hem de bir yandan, her şey yoluna girecek teranesiyle milleti söğüşlüyorum. Bilerek mi yapıyorum peki bunu? Elbette hayır. Bari ödeyebilsem. Ödeyemiyorsan niye istersin be adam? Valla ne güzel meslek edinmişsin kendine. He valla, orospu çocukluğundan ne farkı var değil mi? Aynen!.. Şu taşın altında para var mıdır acaba? Haha! Kafayı yemişsin oğlum sen, sıyırmışsın! Yürü git yoluna. Baksam ne çıkar? Belki de gerçekten para vardır. Ya da bir külçe altın vardır. Yok yahu, külçe altın olsa onu nasıl satarım ki? Demezler mi nereden aldın bunu diye? Derler tabii. En iyi çıkacak şey bir deste para olsa gerek. Hadi olsun olsun bir kese çeyrek altın da çıkabilir. Bir kesede kaç çeyrek altın vardır? Şimdi bir kese çeyrek altın mı yoksa bir deste iki yüz TL mi daha kıymetli. Bunu bir ara araştırayım. İlginç yani, bak şimdi kararsız kaldım. Fakat şu an, nakit, "keş" para çıksa daha makbule geçer. Yeminlen geçer... Saçmalaya saçmalaya benzin istasyonuna kadar geldim bile. Aferin bana.
Bu istasyonun içinde bir lokanta var. Yandım Çavuş Ayranı diye de tabelası var. Hele bu karda soğukta ne iyi gider bol köpüklü bir ayran. Tuzlu tuzlu, açlığımı da bastırır. Şimdi yoldan bir adam beni durdursa ve dese ki: Bir dal sigara mı yoksa bir bardak bol köpüklü ayran mı içmek istersin? Ben ısmarlayacağım. Evet güzel soru! İkisi de sözel olarak "içme eylemi" içeriyor. Ayranı gerçekten içeriz. Peki ya sigarayı? Sigara aslında içilmez, tüttürülür. Böylece, no smokink, ne demek daha iyi anlıyorum. Elin oğlu ne güzel açıklamış kardeşim. Açıklar abi, onlar eloğlu. "Elin yaptığı, bele çok gelirmiş." Neyin neye yaptığı ne gelirmiş?! Saçmalama yahu! Kafandan uyduruk atasözleri mi üretiyorsun şimdi de? Haha... Yemişim kafasını. Sigara içemedikten sonra, Yandım Çavuş Ayranı içemedikten sonra ben neyleyeyim bu kafayı.
"Heyy seksi leydi, ay layk yu for..." Bu ne lan! Şarkıya bak... Oh, şimdi bu karda seks yapsam ne feci bir şey olurdu ha! Kiminle yapmayı düşünüyorsun dostum? Ne bileyim ben ya! Şarkıda "seks" diyince, birden seksim geldi işte. Neyseki gelip geçici bir şeydi bu. Paran yok, pulun yok, seks düşünüyorsun. Yani şimdi bir kadın çıksa dese ki sana, bir dal sigara ver vereyim, verebilcen mi ablama ki sana versin? Offf, off... Nereden geliyor bu ses... Araba sıcak tabii, müzik seksi, eh elde de sigara, park etmişler benzin istasyonuna, tütürüyorlar. Allah bilir ya ayran da içmişlerdir lokantadan. Yasak değil mi lan istasyonda sigara içmek? Şimdi ben şikayet etmez miyim sizi? Gidip söyleyeyim, burada sigara içemek yasak, ancak bana bir dal sigara veririseniz sizi ispiyonlamam mı desem acaba? Acabalar kovalasın oğlum seni. Yürü git yoluna. Haklısın bir dal sigara istersem düşük bir adam gibi görünürüm, değil mi? Tam bir paket istemek caizdir sanırım. Sanma! Soldan ağrı yürü yoluna abicim. Devam et! Nasıl devam edeyim ben, nasıl? Yılmışım ben, bitmişim ben. Sıkılmışım, içim boşalmış. Bitmişim ben. Bunu daha önce demiştin, bitmişim, diye. Derim, derim işte. Biten ben değil miyim? İstediğim kadar derim işte. Diyecem, diyecem... Çocuksun sen! Evet çocuğum. N'olmuş?! Ebenin nikahı olmuş. Ya öyle mi, ne zaman?.. Yürü abicim, yürü; soldan soldan devam et, geç ayranlı lokantayı, geç istasyonu. Devam et yoluna...
Yoluma!.. Yolum yol mu ki benim? Sormak lazım. Yarına bir planım yok. Tıpkı bu yolun beni götürdüğü gibi yürüyorum öylece hayatımda. Yol olduğu sürece yürüyorum. Ya yol biterse diye bir planım yok. B, C planlarını bırak, bir A planım bile yok. Kedim? Vallahi bir kedim bile yok. Ya olsaydı? Keserim lan o kediyi. Yerim! Karnım aç benim... Yazık be! Çok yazık sana be adam. Düşmüşsün sen! Bitmişsin harbiden! Kedilerden, taşların altlarından medet umuyorsun sen! Bir sen, bir ben, bir de kızımız olacaktı halbusiki! cümleten. Püfff... Kulağa Mükemmel Gelen Cümlelerin Mükemmel Anlaşılmazlığı dalında Oskar veriyorum size beyfendi. Oskar değil lan o, Pulitzer olacaktı. Pulitzer de değil ki ibnenin evladı; Nobel, Nobel... Vayyyy, Nobel'i de biliyosun ha? Aferin lan! Hadi yürümeye devam et, az kaldı evine... Evim değil orası benim. Evim değil! Değil evim. Evim değil evim. Hom sivit hom, değil. Değil bi'sikim benim. Evim yok benim. Neyin peki?.. Düşmüşlüğümden haz alıp, bana kucak açıyormuş gibi görünerek, iyilik meleği payesinde olduğunu sanan, sağda solda bunları anlatarak, ne iyi bir insan, övgülerini alarak, oysa bana her türlü orospu çocukluğunu yapan ama benim de sanki hiç bunları yapmamış gibi görmezden geldiğim, ve gerçekte tanrısının kuralları altında bir gün ezilecek olan bir günahkarın evinde kalıyorum: Kardeşimin; orospunun önde gideninin... Anam da orospu!.. Peki sen? Ben de orospu çocuğuyum, ama hiç değilse, önde gideni değilim; anamdan ötürü benim orospu çocukluğum... Gerçekte orospu çocuğu değilim aslında. Ben anama orospu dediğim için, doğal olarak orospu çocuğu oluyorum. Ama değilim. Benimki bir nevi ironi yani. Yani fahişelik yaptıkları için orospu demedim, kaltaklık yaptıkları için orospu dedim sadece. Kaltak ne demek, biliyor musun?.. Ne bileyim, ne? Bana ne? Beni rahatlatıyor ya bunları söylemek, anlamı da olmayı versin. Her şeye anlam yüklememek gerek. Pis manyak, deyince rahatlayamıyorum; ancak "orospu" dediğimde -ki R'lere basa basa söylediğimde- çok feci rahatlıyorum. Orgazmın bir tık altında rahatlama bu... Bak şimdi düşündüm de, dünyanın en büyük küfrü "kemik" olsa mesela. Oğlum sen var ya sen, kemiksin, hatta kemiğin önde gidenisin... Vayyy, bana ha. Kemik ha?! Anamı gözümün önünde şeyetseydin de bunu demeyeydin. Bittin oğlum sen. Kemik ha!.. Haha!.. Alo, akıl hastenesi mi? Burada bir salak var, gelin alın bunu çabuk! Saçmalıyor! Gelirken ekmek arası köfte getirin... Ha bir de tek dal sigara da getirin... Ben mi, yani sadece toplum bilincine sahip bir vatandaş olarak şikayet ediyorum. Bu adamı bir an önce dertop etmelisiniz... Gelirken şeyleri unutmayın ama... Ge-ri-ze-ka-lı-se-niiii... Saçmala, saçamala bakalım. Nereye kadar gidecek bu saçmalalamar böyle. Aman heri boşver, gittiği yere kadar gider işte. Yol nereye gidiyorsa, oraya kadar gider işte. Sıkıntı yok. Sıkıntı yok! Eve yaklaşıyorum. Benim olmayan eve. Sığındığım eve...
  

Diğer öykülerim


4 Mart 2014 Salı

BİNBOĞALAR EFSANESİ, Yaşar Kemal

BİNBOĞALAR EFSANESİ, Yaşar Kemal
BİNBOĞALAR EFSANESİ
Yaşar Kemal
1876’da Türkmenle Osmanlı arasında Çukurova’da bir savaş oldu. Osmanlı Türkmeni yerleştirmek, toprağa çekmek, ondan vergi almak, onu asker etmek istiyordu. Türkmense buna karşı koyuyordu. Dövüş beter oldu, bu dövüşte Türkmen yenildi ve iskan edildi. O gün bugündür bu yenilginin acısı, iskanın kepazeliği hiçbir Türkmenin yüreğinden çıkmaz.

Savaşta yenilmelerine, zorla iskan edilmelerine, sürülmelerine karşın Türkmenin hepsi buna boyun eğmedi iskandan sürgünden kaçanlar gene eski yaşamlarını, konup göçmeyi sürdürdüler. Ama gittikçe Yörüklük zorlaşaral bugünlere geldi, hele bugünlerde çekilmez bir hal aldı.

Toroslar’da Aladağ’ın kayağında Yörük Karaçullu Obası, uzun yıllardır Çukurova’da temelli yerleşecek bir toprak parçası bulamamıştır ve Çukurova Türkmenin, yörüğün, Aydınlın yörüğün yaylağıdır. Yörükleri ne bu kışlaktan,ne bu yaylaktan kolay kolay ayıramazsın, ölürler.

Beşi altı Mayısa bağlayan gece bir Ayin-i Cem düzenlenir. Bu gece Hidrallez gecesidir. Denizlerin ermişi İlyas’la karaların ermişi Hızır buluşacaklardır. Dünya kurulduğundan bu yana bu iki ermiş her yıl, yılın bu gecesinde buluşurlar. Eğer bir yıl buluşmayacak olsalar, denizler deniz, topraklar toprak olmaktan çıkar. Eğer onlar buluşmazlarsa; kıyametin habercileri Hızır’la İlyas olacaktır. Hızır’la İlyas’ın buluştuğu an bir mağrıptan, biri maşrıktan iki yıldız doğar, yıldızlar Hızır’la İlyas’ın buluştuğu yerin üstüne kayarak gelirler, tam Hızır’la İlyas birbirlerinin elini tutarken onlar da birleşirler, tek bir yıldız olurlar.Hızır’la İlyas’ın üstüne ışık olup sağılırlar. Hızır’la İlyas’ın el ele tutuştuğu, yıldızların gökte birleştiği an dünyada her şey durur. Dünya bir
 an için ölür. Sonra her şey birden uyanır. Dehşet bir yaşam patlar. İşte bu gece sabaha kadar insanlar birleşen yıldızları görmek için tepelere, dağ başlarına çıkarlar. Kim ki gökyüzünde yıldızların birleştiğini görür o anda ne isterse olur, işte yine bir Hidrallez gecesinde bütün oba, Aladağ’da yaylak, Çukurova’da kışlak dileğinde bulunacaktır ama o gece obalılar verdikleri sözün hilafına, gizlice kişisel dilekte bulunurlar.

Ermiş olarak gördükleri Demirci Haydar Usta’da on iki yaşındaki torunu Keremle birlikte kayağın yamacında iki yıldızın birleşmesini izlemeye koyulur. Bu arada Haydar Usta torununa sen daha tertemiz melek gibisin diyerek, mutlaka sana görünür. Aladağ’da yaylak, Çukurova’da kışlak isteyeceksin der. O gece Haydar Usta’nın artık uykusu gelip gözleri kapandığı sırada gökten iki yıldız kopup hızla birbirlerine doğru gelirler. Kerem de bütün oba gibi Çukurova’da kışlağı ben napayım diyerek, bir şahin dileğinde bulurunur.

Obanın Çukurova’da kışlak bulması imkansızdır. Her yer zamanında paylaşılmış. Kimse Yörükleri Çukurova’da istememekte düşman gözüyle bakmaktadır. Obanın atık iki umudu kalmıştır. Biri Yörüklerin en güzel kızı Ceren’dir. Hasan Ağa’nın oğlu yangındır Ceren’e ve Hasan Ağa’nın da yüz bin dönümden fazla toprağı vardır. Hasan Ağa’nın oğlu Yörüklere, eğer Ceren’i bana verirseniz bende size çiftliğin bir köşesinde yer veririm; köy kurarsınız demektedir fakat Ceren, Oktay Bey’le evlenmek istemez. Onun gönlü Halil’dedir. Bütün oba Ceren’i Oktay Bey’le evlendirebilmek için yediden yetmişe çalışırla ama nafile.

Diğer şansları da Demirciler Ocağı Piri Haydar Ustanın 3 yılda gece gündüz demeden yaptığı altın işlemeli kılıçtır. Zamanında Rüstem Usta bir kılıç yapıyor on beş yıl çalışıp kılıcını padişaha götürüyor. Rüstem usta kökten sürme, ocaktan yeşerme değil, daldan eğme, çıraklıktan gelme. Padişah bakıyor kılıca, hayran kalıyor dile benden ne dilersen Rüstem Usta diyor. Rüstem Ustadır dize gelip senin canının sağlığını dilerim padişahım diyor. Padişah, benim canımın sağlığından sana ne fayda dile benden ne dilersen. Rüstem Ustadır, padişahım
diyor, bize kışlak gerek, yerliler bizi perişan ediyor. Padişahtır, bir ferman haykırıyor yürü git Aydın ilini senin obana verdim diyor.

Haydar Usta, büyük bir umutla Adana’ya gider önce ramazanoğullarına sonra bütün büyük ağaların kapısını çalar, kimi Haydar Usta’yla görüşmek istemez, kimi de Haydar Usta’nın cebine iki kuruş koyup onu yollamaya kalkar. Haydar Usta’nın artık umutları iyice körelmektedir en son çare İsmet Paşa’nın kapısını çalar, dışarı çıktığı sırada İsmet Paşa’nın yanına giderek Türkmen yörüğünün yaşadıklarını hararetli hararetli anlatır ve kılıcını gösterir. İsmet Paşa kılıca bakar ve güzel bir kılıç deyip yoluna devam eder. Son olayda birlikte Haydar Usta’nın Çukurova’ya vardığında da bütün obanın umutları tükenir. Yörükler zaman içinde Çukurova’nın zorlu şartlarında azalır azalır ve tükenirler. Binboğalar Efsanesi bir kültürün bitişinin hikayesidir.

(Alıntıdır. Bu sefer üşengeçlik yaptım ve yorum yapmadım. Harika bir eser. Herkesin okumaını diliyorum. Murat)